21 Ağustos 2011

Büyükannenin Terliği

Ne zaman ki, çıktığı toprağa tepeden bakmaya meyletti köklerinden uzaklaşan dallar, ağacın gövdesinde bir çıtırtı başladı. Modernitenin soğuk duşuyla yıkanmış insanlar gerildi, esnedi ve şaşaa ile debdebenin mırın kırın hayatlara sufle yaptığı rüyalara daldı. Anlık zevklerin savurup dağıttığı insanlığımızdan elde yalnızca varoluştan bu yana bütün bir yaşanmışlığın özü gibi kutsal, içimizin kadife sesi nasihatler kaldı…
Rüsvalığın algı eşiğinden atlayıp pelüş vitrinli arka sokaklardan meydanlara dökülen çirkinliklerimize Geronimo’nun gözlerinden bakıyor geride bıraktığımız zamanların bizleri ve dahi nasihatlerini Hitler’in hitabından dinleme sınırına geldik yozlaştırdığımız binlerce yıllık değerleriyle. Cızırtılı megafonik seslerin uykumuzu bölmesi pek yakın:
-Sevişin, “düzüşmeyin”  yeniçağ çocukları! Birbirinizin gözlerine şefkatle bakabilmek için yüzünüz olsun. Elbette hissettiğiniz de aşk olmalı, hışırtılı seslerin lisanı olduğu azgınlıkların dakikalık baygınlığı değil.
Ne derler bilirsin 21.yy. çocuğu; “Az yersen miden küçülür.” Eklemek gerek; “Az seversen de ruhun…” Somurtkan bir obez olmanın nedeni fil kadar yiyip kuş kadar sevmen. Mutlu olmak istiyorsan ağzını değil kalbini açmalısın.
Robotları sen yarattın 21. yy. erkeği, onlara özenme. Hiç tanrı kuluna eğilir mi? Güçlü olmak istiyorsan duygularından değil, vahşi güdülerinden kurtulmalısın. Metalin etten pahaca üstün olduğu modern zamanlarda kelle gitar kutusunda dolaşmamanın yolu bu.
Uzak diyarların gölge oyunlarını yakın etme kendine modern zaman kızı. Kate ve William olmak gerekmiyor peri masalı yaşamak için. Pekâlâ tahta sandalyeli mahalle düğünlerine içi giden isimsiz âşıklar da var gecekondularda. Paris’in en tutkulu romantizminin kucağındaki matmazelin dudağına konan da aşktır, köyündeki son çitin dünyanın sonu olduğunu düşünen Ünzile’nin kor yüreğinde sakladığı da…
Enteresandır, Afgan kızının gözlerindeki de öfke, bir hamburger daha almayan annesine ipodundan edindiği terbiyeyle rap tarzı bir f*ck savuran Amerikan veledininki de. Belki Türk olsaydı "ana... a…" derdi kim bilir?
Hâlbuki her zaman sonsuzluğu düşleyen sen, dünyayı hiçe sayan anlaşılması güç oyunlarınla ne takdire şayansın modern zaman tohumu. Ah, o dünyanın yalan, sonsuzluğun ise saklı bir gerçeklik olduğunu inceden kavrayışın(!) Umursamazsın ama farkındasın.
Özgürlüğümüze göz dikmiş, rahatlığımızı kıskanan eli taşlı bu geçmiş zaman seslerini susturmak için dünyayı resetlemek ve ilkele dönmek seçeneği olsaydı keşke. Kendinden bıkmışlığını marjinaliteye örtünerek atmaya çalışan bizler için de en kolayı olurdu, seçip kurtulmak.
Eskisi gibi bir Âdem bir Havva kalsak. Güçlü, sarih hisleriyle kadın, yumruk ellerini göğüslerine vurarak kalbini gösterse erkeğine ve henüz kapitalizmin oyuncağı olmamış erkek, yalan dolanın ve envai haksızlıkların ayak basmadığı topraklarda emeğiyle iktisap ettiği avıyla dönse taş evine.
 İncir yapraklı insanların kürkleri değil kendileri yese, belki o zaman şükretmeyi de bilirlerdi.